çevirmen: i̇stem erdener, doğan novus, s.132-135
doğru zamanı bekle
bir zamanlar şam'da bir tüccar varmış. bu tüccarın allah tarafından kutsandığı söylenirmiş. her yaptığı işte varlığı ikiye katlanırmış. seyahatleri sırasında mükemmel parçalar bulur ve bunları satarak servetini ikiye katlarmış. diğer tüccarları etkileyen kazalar, hırsızlıklar, kasırgalar sanki bu tüccarın gemilerine ve kervanlarına dokunmazmış. bütün ortadoğu’da kalbi neşeyle dolu bir adam olarak bilinirmiş. büyük şehirlerin her birindeki evlerinde her gün yüzlerce dilenciye yemek verilirmiş. okullar, hastaneler yaparmış ama serveti azalmak bir yana daha da artıp öyle bir noktaya gelmiş ki kordoba adıyla bilinen batı’nın kralı’na bile yardım elini uzatmış.
sonra birdenbire ve görünürde hiçbir sebep yokken talihi ters dönmüş. kervanlarına hırsızlar saldırmış, yüklü gemileri batmış, işgalci ordular evlerini yağmalamış. tüccar kısa süre içinde servetini kaybedip kendini borç içinde bulmuş. elinde kalan azıcık sermayesini de alıp arkadaşı kordoba sultan’ın yardım ve korumasını istemek için yola çıkmaya karar vermiş. ancak katıldığı kafile tam büyük bir çöle girecekken hırsızların saldırısına uğramasın mı! uzun süren çatışmalardan sonra kendinden geçmiş, uyandığında çölde tek başınaymış. hırsızlar geride sadece bir matara su, biraz ekmek ve birkaç hurma bırakmış. tüccar tek başına uzun bir yolculuğa başlamış. aylarca süren zorlu bir yolculuktan sonra nihayet batı’nın kralı’nın sarayına ulaşmış. oraya vardığında artık kurtulduğunu düşünüyormuş ama güneşten yanmış yüzü, yırtılmış giysileriyle görüntüsü o kadar sefilmiş ki kralın karşısına bir dakikalığına çıkmak üzere başvurması bile aylar almış. kralın takdimcisi, huzura çıkmak istiyorsa kendisine düzgün kıyafetler almasını söylemiş. bu yüzden tüccar aylarca ağır işlerde çalışmış. sonunda huzuruna çıkarıldığında sultan onu hemen tanımış. onu onur konuğu olarak ağırlayıp hikâyesini anlatmasını istemiş. anlattıklarını dikkatle dinledikten sonra haznedara dönüp emir vermiş: “bu adama iki yüz koyun verin. krallığın çayırlarında onları gütsün, kraliyet çobanı olsun.” bunu duyan tüccar hayal kırıklığını saklamaya çalışmış. bu armağan onu bulunduğu konumdan çok daha iyi bir yere getiriyormuş ama aslında umduğu sultanın ona bir tüccar olarak eski konumunu vermesiymiş. yine de sultana çok teşekkür etmiş ve buruk bir kalple çayırlara gitmiş. yeni görevinde daha bir haftadır çalışıyormuş ki bir salgın hastalık koyunları vurmuş ve hepsi ölmüş. utanç içinde saraya dönüp bir kez daha sultan'a kör talihini anlatmış. sultan dinlemiş ve haznedardan arkadaşına yüz koyun daha vermesini istemiş ve onu yine çayırlara göndermiş. daha bir ay bile geçmeden bir hırsız çetesi gelip gecenin karanlığında bütün sürüsünü çalmış. bir kez daha sultana hikâyesini anlatmış ve o da tüccara elli koyun verilmesini emretmiş. bu kez de üst üste birkaç gece vahşi hayvanlar saldırmasın mı! bir kez daha bütün sürüsünü kaybetmiş. bunu duyan sultan kör talihinden dolayı utanç içinde olan tüccara yirmi koyun verilmesini emretmiş. yirmi koyunu çayıra götüren tüccar için bu kez durum farklıymış. birkaç hafta içinde dişi koyunları ikiz doğurmuş. yavruların hepsi semirip güçlenmiş ve kısa süre içinde pazarda epey değer kazanan yumuşacık, beyaz yünler vermeye başlamışlar. şişman koyunlarından birini daha zayıf üç yavru koyun karşılığında satmış ve bir ay içinde yeni koyunları diğer koyunları gibi sağlıklı hâle gelmiş. böylece alıp satarak sürüsünü katlayarak büyütmüş. yıl sonuna doğru çayırdan başı dik bir şekilde dönebilmiş. güzel işlemeleri olan yün bir palto giyerek sultana yıllık raporunu vermeye gitmiş.
arkadaşının iyi bir yıl geçirdiğini öğrenen sultan şöyle buyurmuş: “bu şehrin kuzeyinde sevilion adında küçük, zengin bir eyalet var. seni bu eyaletin kralı ilan ediyorum.”
bunu duyan tüccarın kalbi kendisine böyle yüksek bir görev verilmesiyle yerinden çıkacak gibi olmuş. ama yine de kendine hâkim olamayıp, “neden bu cömertliğini seni ilk görmeye geldiğimde göstermedin? bana bu armağanı vermeden önce sabrımı mı sınamak istedin?” diye sormuş.
“hayır arkadaşım. sadece bütün girişimler için doğru zamanı beklemek gerektiğini öğrendim. hayatın rüzgârına karşı yürümek iyi değildir. i̇lk geldiğinde sana bu krallığı verseydim herhâlde bu varlıklı şehirde tek bir taş bile kalmamış olurdu. her şeyin bir mevsimi vardır. çayırlarda gezdiğin sırada edindiğin bu derse sahip çık ve hayatının yeni mevsiminin tadım çıkarmaya hazırlan.”
mesaj: mevsimlere göre yaşa.
meyveyi koparmadan önce olgunlaşmasını bekleyebilir misin? modern toplumlarımızda görünüşte mevsimlerden kopuk hayatlar yaşıyoruz. klimalı iç mekânlar, ithal meyveler, yıl boyunca satın alabildiğimiz domatesler bize hayatımızı mevsimlerin yönetmediği hissini veriyor. ama gerçek değişmez. mevsimi dışında domates yetiştirmek için fazladan enerji, kimyasal gübreler gerekir ve sonuçta ortaya mevsimindeki domatesin en doğal biçimde verebildiği lezzet patlamasını uzaktan çağrıştıran tatsız, kırmızı bir top çıkar. i̇şte, hayatımızda da yapmak istediklerimiz konusunda içimizdeki hava durumunu kontrol etmeden sonuç almaya çalışırsak böyle olur. sezgilerine sor, acaba yapmak istediklerin için mevsim doğru mu? zihninin ve ruhunun bu yeni tohuma ev sahipliği yapmak için biraz daha büyümeye ihtiyacı olup olmadığını kontrol et.
doğru zamanı bekle
bir zamanlar şam'da bir tüccar varmış. bu tüccarın allah tarafından kutsandığı söylenirmiş. her yaptığı işte varlığı ikiye katlanırmış. seyahatleri sırasında mükemmel parçalar bulur ve bunları satarak servetini ikiye katlarmış. diğer tüccarları etkileyen kazalar, hırsızlıklar, kasırgalar sanki bu tüccarın gemilerine ve kervanlarına dokunmazmış. bütün ortadoğu’da kalbi neşeyle dolu bir adam olarak bilinirmiş. büyük şehirlerin her birindeki evlerinde her gün yüzlerce dilenciye yemek verilirmiş. okullar, hastaneler yaparmış ama serveti azalmak bir yana daha da artıp öyle bir noktaya gelmiş ki kordoba adıyla bilinen batı’nın kralı’na bile yardım elini uzatmış.
sonra birdenbire ve görünürde hiçbir sebep yokken talihi ters dönmüş. kervanlarına hırsızlar saldırmış, yüklü gemileri batmış, işgalci ordular evlerini yağmalamış. tüccar kısa süre içinde servetini kaybedip kendini borç içinde bulmuş. elinde kalan azıcık sermayesini de alıp arkadaşı kordoba sultan’ın yardım ve korumasını istemek için yola çıkmaya karar vermiş. ancak katıldığı kafile tam büyük bir çöle girecekken hırsızların saldırısına uğramasın mı! uzun süren çatışmalardan sonra kendinden geçmiş, uyandığında çölde tek başınaymış. hırsızlar geride sadece bir matara su, biraz ekmek ve birkaç hurma bırakmış. tüccar tek başına uzun bir yolculuğa başlamış. aylarca süren zorlu bir yolculuktan sonra nihayet batı’nın kralı’nın sarayına ulaşmış. oraya vardığında artık kurtulduğunu düşünüyormuş ama güneşten yanmış yüzü, yırtılmış giysileriyle görüntüsü o kadar sefilmiş ki kralın karşısına bir dakikalığına çıkmak üzere başvurması bile aylar almış. kralın takdimcisi, huzura çıkmak istiyorsa kendisine düzgün kıyafetler almasını söylemiş. bu yüzden tüccar aylarca ağır işlerde çalışmış. sonunda huzuruna çıkarıldığında sultan onu hemen tanımış. onu onur konuğu olarak ağırlayıp hikâyesini anlatmasını istemiş. anlattıklarını dikkatle dinledikten sonra haznedara dönüp emir vermiş: “bu adama iki yüz koyun verin. krallığın çayırlarında onları gütsün, kraliyet çobanı olsun.” bunu duyan tüccar hayal kırıklığını saklamaya çalışmış. bu armağan onu bulunduğu konumdan çok daha iyi bir yere getiriyormuş ama aslında umduğu sultanın ona bir tüccar olarak eski konumunu vermesiymiş. yine de sultana çok teşekkür etmiş ve buruk bir kalple çayırlara gitmiş. yeni görevinde daha bir haftadır çalışıyormuş ki bir salgın hastalık koyunları vurmuş ve hepsi ölmüş. utanç içinde saraya dönüp bir kez daha sultan'a kör talihini anlatmış. sultan dinlemiş ve haznedardan arkadaşına yüz koyun daha vermesini istemiş ve onu yine çayırlara göndermiş. daha bir ay bile geçmeden bir hırsız çetesi gelip gecenin karanlığında bütün sürüsünü çalmış. bir kez daha sultana hikâyesini anlatmış ve o da tüccara elli koyun verilmesini emretmiş. bu kez de üst üste birkaç gece vahşi hayvanlar saldırmasın mı! bir kez daha bütün sürüsünü kaybetmiş. bunu duyan sultan kör talihinden dolayı utanç içinde olan tüccara yirmi koyun verilmesini emretmiş. yirmi koyunu çayıra götüren tüccar için bu kez durum farklıymış. birkaç hafta içinde dişi koyunları ikiz doğurmuş. yavruların hepsi semirip güçlenmiş ve kısa süre içinde pazarda epey değer kazanan yumuşacık, beyaz yünler vermeye başlamışlar. şişman koyunlarından birini daha zayıf üç yavru koyun karşılığında satmış ve bir ay içinde yeni koyunları diğer koyunları gibi sağlıklı hâle gelmiş. böylece alıp satarak sürüsünü katlayarak büyütmüş. yıl sonuna doğru çayırdan başı dik bir şekilde dönebilmiş. güzel işlemeleri olan yün bir palto giyerek sultana yıllık raporunu vermeye gitmiş.
arkadaşının iyi bir yıl geçirdiğini öğrenen sultan şöyle buyurmuş: “bu şehrin kuzeyinde sevilion adında küçük, zengin bir eyalet var. seni bu eyaletin kralı ilan ediyorum.”
bunu duyan tüccarın kalbi kendisine böyle yüksek bir görev verilmesiyle yerinden çıkacak gibi olmuş. ama yine de kendine hâkim olamayıp, “neden bu cömertliğini seni ilk görmeye geldiğimde göstermedin? bana bu armağanı vermeden önce sabrımı mı sınamak istedin?” diye sormuş.
“hayır arkadaşım. sadece bütün girişimler için doğru zamanı beklemek gerektiğini öğrendim. hayatın rüzgârına karşı yürümek iyi değildir. i̇lk geldiğinde sana bu krallığı verseydim herhâlde bu varlıklı şehirde tek bir taş bile kalmamış olurdu. her şeyin bir mevsimi vardır. çayırlarda gezdiğin sırada edindiğin bu derse sahip çık ve hayatının yeni mevsiminin tadım çıkarmaya hazırlan.”
mesaj: mevsimlere göre yaşa.
meyveyi koparmadan önce olgunlaşmasını bekleyebilir misin? modern toplumlarımızda görünüşte mevsimlerden kopuk hayatlar yaşıyoruz. klimalı iç mekânlar, ithal meyveler, yıl boyunca satın alabildiğimiz domatesler bize hayatımızı mevsimlerin yönetmediği hissini veriyor. ama gerçek değişmez. mevsimi dışında domates yetiştirmek için fazladan enerji, kimyasal gübreler gerekir ve sonuçta ortaya mevsimindeki domatesin en doğal biçimde verebildiği lezzet patlamasını uzaktan çağrıştıran tatsız, kırmızı bir top çıkar. i̇şte, hayatımızda da yapmak istediklerimiz konusunda içimizdeki hava durumunu kontrol etmeden sonuç almaya çalışırsak böyle olur. sezgilerine sor, acaba yapmak istediklerin için mevsim doğru mu? zihninin ve ruhunun bu yeni tohuma ev sahipliği yapmak için biraz daha büyümeye ihtiyacı olup olmadığını kontrol et.