çevirmen: aslı biçen, metis kitap, s.32-35
i̇stediğim şeyleri ve beni mutlu eden şeyleri yazacağım bir günlük tutmaya başladığımda bunun zihin muhasebesine bir nevi hazırlık olacağını düşünüyordum. 1926 senesinin aralık ayıydı ve birkaç hafta ya da ay sonra şöyle demeyi bekliyordum: “i̇şte hayatımın gerçekleri, şimdi bunları kendi ellerime alıp bu konuda bir şey yapacağım.”
günlüğe bir pazar günü başladım. hayatımdaki bazı küçük ihtiyaçlara, çorap yamamak, mektup yazmak, kendime çekidüzen vermek gibi işlere ancak pazar günü zaman ayırabiliyordum. akşama doğru günlüğe sadece şunu yazabildim: “yapılması gereken şeylerin çokluğundan içim sıkıldı.” hatırlayabildiğim kadarıyla sadece iki kere mutlu olmuştum, uzaktan gelen bir piyano sesi duyduğumda ve küvete suyun dökülüşünü seyrederken. ertesi gün yeniden işbaşı yaptığımda görünüşe göre önemi olan tek bir an yaşamıştım. bir an dalmış, gözümü masadan kaldırıp gri çatılara ve bacalara bakmıştım, londra’nın üst kat pencerelerinden görünen tipik manzara. tam olarak ne gördüğümü hatırlamıyorum ama sadece bakmaktan büyük keyif duymuştum.
ertesi gün radyoda hansel ve gretel operasından bazı parçaları dinlerken iyi zaman geçirdim, birisi müzik konusunda açıklamalar yapıyor ve basit akorları çalıyordu, handel’in, “samson’un körlüğe ağıtı’nı da çaldılar. ertesi gün için, sonraki sabah kaydedilmiş tek bir basit cümle vardı: “çoğunlukla insanların senden hoşlanmasından keyif duydun.”
sonra kayda geçmemiş iki gün, üçüncü günün akşamı şu şekilde savuşturulmuş: “kötü günler, yazma isteği yok, soğuk algınlığı, kabızlık, çok yemekten. ne istediğimi düşünemeyecek kadar yorgunum. huzursuzum. hayal dünyasının insanı uyuşturan topraklarından çıkmaktan başka bir isteğim yok."
bir hafta geçip gitmiş ama hayatımda önem taşıyan pek bir şey olmamış gibi, ya da belki vardı ama ben görmüyordum.
belki de bu geçen günlerin bana tatminkâr gelmemesinin, düşte gibi olmasının sebebi mutluluk konusunda çok açgözlü olmam, bana daha önce mutluluk vermiş şeylere ya da fazla gayret gerektirmeyen şeylere kaymamdı. tatillerin bazen mutsuz geçmesi belki bu yüzdendir: doğrudan mutluluk avına çıktığın için onu kaybedersin. belki de sadece kabızlıktan ve aşırı yemektendir. neyin mutluluk getireceğine dair düşüncelerin çok kaba ve aptalca. kendine başka pusula bul. belki de ahlak teorisyenleri haklıdır ve mutluluk, keyif ve rahat peşinde koşarak gelmez. i̇yi de ben şimdi yarın ne arayacağım?
bu soruya bir cevap bulamamışım anlaşılan ve birinci haftanın sonuçları epey cesaretimi kırmış, çünkü sekiz gün boyunca bir şey yazmamışım, sadece “istekler” başlığında, tanıdığım bir adamla karşılaşma dileğimi kaydetmişim. bir keresinde onunla karşılaştığım bir kafeye gittiğimi hatırlıyorum, belki yine gelir diye, ama bunu günlüğe kaydetmemişim.
bu uyduruk buluntulardan duyduğum hayal kırıklığına rağmen bu projeye doğru bir başlangıç yaptığıma kanaat getirmiş olmalıyım ki 4 ocak’ta tekrar başlamışım:
birileriyle birlikte aniden gülmeye başlamak beni mutlu eder… ama bu akşam hasta yatan n.’ye yüksek sesle kitap okurken güldüğünü duymak çok hoşuma gitti… vefalı bir dost olduğumu düşünerek coşkuya kapıldım –gaza geldim– gerçi tam ne zaman hatırlayamıyorum. çok kolay gaza geliyorum.
ertesi gün bir kız hapishanesinde kullanılan modern yöntemlerle ilgili bir konferansa katıldım. şöyle yazmışım:
bayan b.’nin konuşmasını dinledikten sonra kendime yararlı ve önemli bir insan gibi hissetmek keyifliydi. acaba herkese kendini böyle hissettirmek gibi bir becerisi mi var?
sadece başka insanların yoğun çalışmaları hakkında bir şeyler dinleyerek nasıl kendimi yararlı hissettiğim üzerine fazla kafa yormamışım.
6 ocak’ta bir “istekler” listesi yapmışım:
h.’den bir şefkat işareti. böyle bir işaret göremedim, en azından kesin değil, şimdi de istediğime emin değilim, fazlaca şey biliyor sanki.
bir çift kırmızı ayakkabı. bir iki model denedim ama çok sıktı. hâlâ da istiyorum.
konferansı dinleyince bu gece bu günlüğe yazmak istedim. akşamleyin pek içimden gelmediği için kitap okudum. … şimdi p. ve d.’nin benim hakkımda ne söylediklerini bilmek istiyorum; ama çok da önemli değil.
11’inde şöyle yazmışım:
düşüncemin büyük bölümünün nereye gittiğini keşfettim. yeni elbisemi ve kırmızı ayakkabılarımı düşünüyordum.
14’ünde, yaptığım şeye dair şüpheye kapılmışım:
bu günlük, sadece duyguları kaydedecekse pek işe yaramayacak bence. gözlem için olduğu kadar deney için de bir motivasyon oluşturmalı. (ne istediğimi düşünürken masamın üzerindeki vazonun desenleri ve renkleri yeni ve yoğun bir canlılık kazandı.) kendi içimde öyle büyük bir ahenk olsun ki başkalarını da düşünebileyim, deneyimlerini paylaşayım istiyorum.
i̇stediğim şeyleri ve beni mutlu eden şeyleri yazacağım bir günlük tutmaya başladığımda bunun zihin muhasebesine bir nevi hazırlık olacağını düşünüyordum. 1926 senesinin aralık ayıydı ve birkaç hafta ya da ay sonra şöyle demeyi bekliyordum: “i̇şte hayatımın gerçekleri, şimdi bunları kendi ellerime alıp bu konuda bir şey yapacağım.”
günlüğe bir pazar günü başladım. hayatımdaki bazı küçük ihtiyaçlara, çorap yamamak, mektup yazmak, kendime çekidüzen vermek gibi işlere ancak pazar günü zaman ayırabiliyordum. akşama doğru günlüğe sadece şunu yazabildim: “yapılması gereken şeylerin çokluğundan içim sıkıldı.” hatırlayabildiğim kadarıyla sadece iki kere mutlu olmuştum, uzaktan gelen bir piyano sesi duyduğumda ve küvete suyun dökülüşünü seyrederken. ertesi gün yeniden işbaşı yaptığımda görünüşe göre önemi olan tek bir an yaşamıştım. bir an dalmış, gözümü masadan kaldırıp gri çatılara ve bacalara bakmıştım, londra’nın üst kat pencerelerinden görünen tipik manzara. tam olarak ne gördüğümü hatırlamıyorum ama sadece bakmaktan büyük keyif duymuştum.
ertesi gün radyoda hansel ve gretel operasından bazı parçaları dinlerken iyi zaman geçirdim, birisi müzik konusunda açıklamalar yapıyor ve basit akorları çalıyordu, handel’in, “samson’un körlüğe ağıtı’nı da çaldılar. ertesi gün için, sonraki sabah kaydedilmiş tek bir basit cümle vardı: “çoğunlukla insanların senden hoşlanmasından keyif duydun.”
sonra kayda geçmemiş iki gün, üçüncü günün akşamı şu şekilde savuşturulmuş: “kötü günler, yazma isteği yok, soğuk algınlığı, kabızlık, çok yemekten. ne istediğimi düşünemeyecek kadar yorgunum. huzursuzum. hayal dünyasının insanı uyuşturan topraklarından çıkmaktan başka bir isteğim yok."
bir hafta geçip gitmiş ama hayatımda önem taşıyan pek bir şey olmamış gibi, ya da belki vardı ama ben görmüyordum.
belki de bu geçen günlerin bana tatminkâr gelmemesinin, düşte gibi olmasının sebebi mutluluk konusunda çok açgözlü olmam, bana daha önce mutluluk vermiş şeylere ya da fazla gayret gerektirmeyen şeylere kaymamdı. tatillerin bazen mutsuz geçmesi belki bu yüzdendir: doğrudan mutluluk avına çıktığın için onu kaybedersin. belki de sadece kabızlıktan ve aşırı yemektendir. neyin mutluluk getireceğine dair düşüncelerin çok kaba ve aptalca. kendine başka pusula bul. belki de ahlak teorisyenleri haklıdır ve mutluluk, keyif ve rahat peşinde koşarak gelmez. i̇yi de ben şimdi yarın ne arayacağım?
bu soruya bir cevap bulamamışım anlaşılan ve birinci haftanın sonuçları epey cesaretimi kırmış, çünkü sekiz gün boyunca bir şey yazmamışım, sadece “istekler” başlığında, tanıdığım bir adamla karşılaşma dileğimi kaydetmişim. bir keresinde onunla karşılaştığım bir kafeye gittiğimi hatırlıyorum, belki yine gelir diye, ama bunu günlüğe kaydetmemişim.
bu uyduruk buluntulardan duyduğum hayal kırıklığına rağmen bu projeye doğru bir başlangıç yaptığıma kanaat getirmiş olmalıyım ki 4 ocak’ta tekrar başlamışım:
birileriyle birlikte aniden gülmeye başlamak beni mutlu eder… ama bu akşam hasta yatan n.’ye yüksek sesle kitap okurken güldüğünü duymak çok hoşuma gitti… vefalı bir dost olduğumu düşünerek coşkuya kapıldım –gaza geldim– gerçi tam ne zaman hatırlayamıyorum. çok kolay gaza geliyorum.
ertesi gün bir kız hapishanesinde kullanılan modern yöntemlerle ilgili bir konferansa katıldım. şöyle yazmışım:
bayan b.’nin konuşmasını dinledikten sonra kendime yararlı ve önemli bir insan gibi hissetmek keyifliydi. acaba herkese kendini böyle hissettirmek gibi bir becerisi mi var?
sadece başka insanların yoğun çalışmaları hakkında bir şeyler dinleyerek nasıl kendimi yararlı hissettiğim üzerine fazla kafa yormamışım.
6 ocak’ta bir “istekler” listesi yapmışım:
h.’den bir şefkat işareti. böyle bir işaret göremedim, en azından kesin değil, şimdi de istediğime emin değilim, fazlaca şey biliyor sanki.
bir çift kırmızı ayakkabı. bir iki model denedim ama çok sıktı. hâlâ da istiyorum.
konferansı dinleyince bu gece bu günlüğe yazmak istedim. akşamleyin pek içimden gelmediği için kitap okudum. … şimdi p. ve d.’nin benim hakkımda ne söylediklerini bilmek istiyorum; ama çok da önemli değil.
11’inde şöyle yazmışım:
düşüncemin büyük bölümünün nereye gittiğini keşfettim. yeni elbisemi ve kırmızı ayakkabılarımı düşünüyordum.
14’ünde, yaptığım şeye dair şüpheye kapılmışım:
bu günlük, sadece duyguları kaydedecekse pek işe yaramayacak bence. gözlem için olduğu kadar deney için de bir motivasyon oluşturmalı. (ne istediğimi düşünürken masamın üzerindeki vazonun desenleri ve renkleri yeni ve yoğun bir canlılık kazandı.) kendi içimde öyle büyük bir ahenk olsun ki başkalarını da düşünebileyim, deneyimlerini paylaşayım istiyorum.