selahattin enis – bataklık çiçeği – Antiklopedi
i̇ş bankası yayınları, s.41-42

anne, biliyor musun bazen öyle denizler vardır ki onun derinliklerinde büyük manalar saklıdır. ve dalgaları altında insanı içine çeken bir kuvvet vardır. i̇nsan ister ki adım adım onun derinliklerine insin; çünkü saadet, sükûn, huzur, her şey oradadır. anne! i̇şte senin gözlerin böyle sonsuz dalgalarıyla ufuklara kadar uzanan bir denizdir ki ben onları seviyorum anne. ben onların ılık ve şifalı dalgaları içinde boğulmak istiyorum. diyorlar ki hayat elemler ve facialarla doludur. hayat korkunç ve siyah bir gecedir. evet, hayat öyle siyah bir gece ki anne! onun göğünde yanan yıldızlarda bile zehir ve felaket var; fakat senin gözlerin bana kuvvet veriyor, cesaret ve ümit veriyor. şimdiye kadar hayatta bir teselli ve şifa buluyordum. fakat bugün, karımın ölüsü karşısında, açlık içinde ölen karımın perişan cesedi karşısında, bütün teselli ve şifalardan mahrumum, teselli ve şifa istemiyorum. i̇şte sana şunu, şu zehirlenmiş et parçasını fırlatıyorum; o benim kalbimdir anne, benim kalbim. görüyorsun ya, artık o, hiçbir saadet ve emel titreyişiyle çarpmıyor; çünkü insanların eli onu zehirledi ve bu muhitin tırnakları onu kanatıp harap etti. sana koşuyorum, ruhumda bütün yaralarım ve ıstıraplarımla sana, senin teselli eden göğsüne koşuyorum. göğsünde dinlenmek isteyen şu başı tanıyorsun değil mi? şu yorgun, şu saçları ağarmış başı. bu benim başımdır anne, benim başım, oğlunun başı...

görüyor musun, kalbim gibi zaman onu da ne kadar değiştirdi, zamanın insafsız elleri onu da ne kadar harap etti. bu başı, göğsüne ilk bastırdığın vakit o masum, temiz, hayatın her türlü acılarına ve felaketlerine karşı ilgisiz ve endişesizdi. i̇nsanların adiliklerini bilmiyordu, insanların ikiyüzlülüğünü ve pisliğini bilmiyordu; fakat öğrendi, karımdan sonra hepsini öğrendim. i̇nsanların adiliklerini, insanların kötülüklerini, insanların hırslarını, insanların kuvvetlinin önündeki yaltaklanmalarını, hepsini, her şeyi öğrendim. onların soluduğu havayı soludum ve onların yürüdüğü bataklıkta yürüdüm; ben de, en sonunda ben de onlardan oldum. fakat bugün boğuluyorum, bugün her şey beni boğuyor, her şey beni harap ediyor. bugün ben de herkes gibiyim anne! ve herkes gibi kirliyim. artık bu başı sen tanıyamazsın!

ruhumda derin bir iğrenme ve nefret duyuyorum, her şeyden iğreniyorum; bu muhitten, bu topraklardan, bu insanlardan hatta bu güneş ve gökyüzünden... hiçbir şeyde soyluluk ve saflık bulamıyorum. hiçbir şey şifa vermiyor, bilakis her şey öldürüyor, her şey tahrip ediyor... i̇şte ben anne! benim başım... şu yuvarlak kemik tabakası altında bir sanatçı aklı vardı. fakat onu bu muhit boğdu, bu muhitin elleri ve tırnakları öldürdü. tek, yalnız beni öldürmekle kalsaydı. asıl o, bu muhit, benim gururumu, sanat gururumu ve sanat dehamı da ezdi ve öldürdü.

teselli ve hava, aydınlık ve şifa... senden bunu istiyorum anne! senden yalnız bunu istiyorum. bu insanlar ve bu muhit, yalnız benim sanat dehamı öldürmedi, karımı da, onu da çamur ve sefalet içinde öldürdü. o da, ben de ikimiz de öldük. yalnız o artık nefes almıyor. bense sadece nefes alıyorum...