dilan çiçek deniz – bulutlar ve hava yastıkları – Antiklopedi
kafkaokur 72. sayı, kasım 2022

"seversin vazgeçmeyi. bu işten de vazgeç. mutluluğundan vazgeçtiğin gibi..." - kinyas ve kayra, hakan günday

akşam saatinde kahvaltı yaptım yine. günde iki kez kahvaltı yapıyorum ve erken yatmaya çalışıyorum. i̇nsan, yastığa kafasını koyduğunda daha çok hissediyor. akşam yemekleri de anne kokuyor hep.
arada sırada karnabahar yiyorum ama soğanı utanana kadar kavurduktan sonra. annem ben küçükken burun kıvırmayayım diye “akşama küçük bulutlar yaptım,” derdi. ben de küçük bulutları yemeden önce neye benzettiysem onu söylerdim. “bu bir ejderha gibi! bu kalbe benziyor ama insanların resmettiği kalbe değil; kapakçıkları ve damarları olan bir kalbe, bu da sana benziyor anne bunu yemeyeceğim.” sonra diğerlerini yerdim. bu, benim minik ritüelim.
bu akşam kahvaltıda karnabahar var. madem göremiyorum bulutları, ben de yerim. mutfakta yemek hazırlarken kan şekerim sürekli bana emirler yağdırıyor: “hadi, çabuk ol. bak düşerim bir anda kalakalırsın öyle. daha hızlı hazırla hadi.” koşturmacanın arasında ayak serçe parmağımı vuruyorum. birkaç saniyelik acı ve göz yaşarması ânından sonra (soğandan dolmuş gibi yapıyorum kendime bile güçlü durmaya çalışırcasına çünkü kimse üzemez artık beni, ben bile...) devam ediyorum kaldığım yerden. sonra teşekkür ediyorum ayak serçe parmaklarıma; vücudumun hava yastıklarına. kontrol etmek için çorabımı çıkarıyorum ama aynı anda değil. sağ ayağım sol ayağımdan utanmasın diye. kapı çalıyor, kapıyı açıyorum. kimse yok vazgeçtiler herhâlde, ülke kocaman bir çocuk parkı oldu herkes birbirinin kapısını çalıp kaçıyor artık, diye düşünüyorum. kapıya bir kutu bırakmışlar, henüz fark ediyorum. sipariş ettiğim elma dilimleyici gelmiş. dilimlemekten üşendiğim için vazgeçiyorum beni sevmeyen elmayı yemekten. pratik yollar arıyorum. vazgeçtiğim şeyleri düşünüyorum: çubuk krakerleri yemeden önce tuzlarını emmek, tanımadığım kedileri sevmek, bir yerden bir yere koşarak gitmek; birkaç insan, kaşındıran kazak, çok kilo verdiğimde daralttığım ve artık üstüme olmayan kıyafetler, kendimi savunurken işe yarar diye uzattığım ancak kendimi savunmaktan da vazgeçtiğimi hatırlayarak baktığım uzun tırnaklarım, çok sevdiğim şarkıları çok fazla dinlediğim için bir daha dinlemek, kendime yüklenmek (daha çok yüklenmek için belki de), sevdiğim insanları aramak, sarhoş olduğumda ses kayıtları atmak ve bir şeyler yazmak... aslında yazmaktan epey uzun bir süre önce vazgeçtim. beni ben yapan en önemli şeyden. uzun süredir bir uzvumu kaybetmişçesine hareket ediyordum ama o uzvumun yokluğundan haberim yoktu. kaybettiğim ama yokluğunu fark etmediğim bir uzvum. geri dönmeye çalışıyorum. en çok, sevdiklerim destekledi beni. tabii ki sevdiklerim yanımda olacaktı, sevmediğim herkes ölmemi istiyor olabilir. aman, bu sonraki ayın yazısı. emniyet kemeri takmamızın sebebi, arabanın sabit hızla gitmeyip çok hızlı bir şekilde ivmelendiğinde bedenimizin o hareketi korumak istemesi. eylemsizlik yasası. hızla giderken aniden durursanız başınızı çarparsınız ve öne doğru itilmiş hissedersiniz. aslında siz ileri gitmezsiniz araç size göre geriye gelir. yazarken hissettiğim tam olarak bu. bu eylemsizlik içinde benim insanlarımın hadi demesi benim için bu etkiyi yaratıyor. ne kadar iyi ne kadar kötü bilmiyorum. ben yazarken iyi hissetmiyorum. yazmaktan nefret ediyorum bana beni hatırlattığı için. benden ne kadar götürecek bu sefer, diye düşünüyorum.
fakat yazmak konusunda eski bir tiryaki gibiyim. bir dönem sigarayı bırakmıştım karantinanın başlarında. ölmekten korkmuştum. hayatıma hoş geldiniz diyebilir miyim şu an ya da hâlâ yaşıyor olmaktan garip bir şekilde mutlu olduğum bu hayatta... neyse, ne diyordum? eski bir tiryaki. sigarayı bıraktığım dönem gece rüyalarıma giriyordu. başka başka ülkelerin başka başka kentlerinde hunharca sigara içiyordum. eğleniyorduk, dans ediyorduk, sevişiyorduk, yeni deneyimler yaşıyorduk. ben hiçbir eski sevgilimi bu kadar görmedim rüyamda. her sabah sanki hayatımda biri varmış da onu aldatmışım gibi bir suçlulukla uyanıyordum. i̇stemiyordum ama deliler gibi istiyordum aynı zamanda. yasak aşkım gibiydi yazmak. sanki hoşlandığım adam senelerdir biriyle beraber ama ben onu bana çekmeye uğraşıyorum. üzgünüm ama yatağın sağ tarafı benim. duvara daha yakın. orada canavarlara geçit yok.
ben karanlıktan çok korkuyordum. yani o kadar korkmuyorum artık çünkü o canavarın en yakın arkadaşı oldum ben. yatağımın altındaki canavar benim en yakın arkadaşım. bana gülüyor, korktuğumda bana sarılıyor, üstümü örtüyor ve bir şey beklemiyor. onunla ilgili en sevdiğim şey bu sanırım. bir şey beklememesi. herkes kurduğu her arkadaşlıktan, ilişkiden ne çok şey bekliyor değil mi? bir şey olsun. bana istediğimi versin. bazen en çok istediğin şeyler sana gelmiyor. ya da ihtiyacın olan şeyler. annenin seni kendi sütüyle besleyememesi gibi... belki annemin sütüne alerjim olduğu için böyle hissediyorum. bilmiyorum. bu yazıyı hâlâ teslim edemedim. bu ay okuyabilecek misiniz, bilmiyorum. bilmiyorum dedim ya. vazgeçtiklerimden biri de bu olabilir mesela. birlikte göreceğiz, diye iç geçiriyorum. sonra mı?
sonra, küçük bulutlar yapmaya devam ediyorum.