roger zelazny – işık tanrısı – Antiklopedi
çevirmen: sönmez güven, i̇thaki yayınları, s.171-173

benliği bir kasırgaya, dev bir okyanus dalgasına, şimşekli bir geceye dönüştü. siddhartha muazzam bir çığla sürüklendiğini, ezildiğini, boğulduğunu ve gömüldüğünü hissetti. duyduğu son şey boğazından yükselen kahkahaydı. kendine gelinceye dek ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu. uyanışı bu kez çok yavaş olmuştu ve bilincine kavuştuğunda kendini iblislerin hizmetçi olarak yürüdükleri bir yerde buldu. zihinsel bitkinliğinin son uyuşturucu bağları da çözüldüğünde çepeçevre tuhaflıklarla sarılmıştı. tam bir curcuna sürüp gidiyordu. i̇blislerin cesetleri ayaklandırdığı ve kurbanlarını kovalatıp onlara saldırttığı zindanlarda partiler düzenleniyordu. karanlık mucizeler gerçekleştirilmişti: taht odasının mermer döşemesinden yükselen yamru yumru ağaçlardan oluşan koni gibi... i̇çinde insanların hiç uyanmadan ve kâbustan kâbusa geçerek uyudukları bir koni. ama çevresinde daha farklı bir tuhaflık vardı bugün. taraka artık memnun değildi.
siddhartha'nın benliğini kendi varlığının içinde bir kez daha hissetmeye başladığında, “buddha'nın laneti nedir?” diye sordu yine.
siddhartha hemen yanıt vermedi.
i̇blis konuşmaya devam etti: “yakın bir günde sana bedenini geri vereceğimi sanıyorum. bu eğlenceden, bu saraydan usandım artık. yorgun düştüm ve galiba gökyüzü’yle savaşa tutuşacağımız gün de yaklaşıyor. buna ne dersin, i̇blis tutan? sana sözüme sadık kalacağım, demiştim.”
siddhartha ona yanıt vermedi.
“hoşnutluğum gün geçtikçe azalıyor. bunun nedenini biliyor musun, siddhartha? tuhaf duyguların niçin üzerime geldiğini, en güçlü anlarımı zayıflattığını, neşeyle dolmam, coşmam gereken yerde beni zayıflatıp yıldırdığını, bana söyleyebilir misin? bu mudur buddha'nın laneti?”
“evet,” dedi buddha. “kaldır o zaman lanetini, i̇blis tutan ki derhâl yola çıkayım. bu etten pelerini sana geri vereceğim. yükseklerin soğuk, temiz rüzgârlarını özledim! salar mısın şimdi beni?”
“artık çok geç, ey rakasha şefi. bunu üzerine kendin çektin.”
“neyi? beni bu kez nasıl bağladın?”
“balkonda çekiştiğimiz sırada benimle nasıl alay ettiğini anımsıyor musun? benim de senin gibi acı vermekten zevk aldığımı öne sürmüştün. haklıydın, çünkü her insan yüreğinde hem karanlık hem de aydınlık olanı taşır. i̇nsanoğlu birçok parçanın bileşkesidir; senin bir zamanlar olduğun gibi saf, berrak bir ateş değildir. zekâsı sık sık duygularıyla çatışır, istenci ihtiraslarıyla... ülküleri çevresine ters düşer ve eğer onların peşi sıra giderse, eskiyi nasıl yitirmekte olduğunu yüreği sızlayarak görür. ama onların peşi sıra gitmezse bu kez de yeni ve soylu bir düşü yüz üstü bırakmanın acısını duyar. ne yaparsa yapsın, bir kazanç ve bir kayıp, bir kavuşma ve bir ayrılık hissedecektir. gidenlerin ardından yas tutar ve yeni olandan korkar. mantığı geleneğine ters düşer. duyguları, diğer insanların ona zorladığı kısıtlamalara karşı çıkar. bunların sürtüşmeleri sonucunda ise, senin insanoğlunun laneti dediğin ve hor gördüğün şey doğar: vicdan!”
“şunu bil ki, aynı bedende bir arada var olduğumuzda ve senin usullerini bir dereceye kadar ve her zaman isteksizce de olmayarak paylaştığımda, izlediğimiz tek yönlü bir yol değildi. sen benim istencimi kendi keyfine göre saptırırken, senin istencin de, yaptığın kimi şeylere karşı duyduğum tiksintiye koşut olarak sapmıştı. sen vicdan adı verilen şeyi öğrendin ve sonsuza dek onun gölgesi yediğin ete ve içtiğin içkiye vuracak. hoşnutluğun işte bu nedenden bozuldu. i̇şte bu nedenden şimdi kaçmak geliyor içinden. ama bunun sana bir faydası olmayacak. nereye kaçarsan kaç, o da seni izleyecek. soğuk, berrak rüzgârların diyarına seninle birlikte yükselecek. nereye gidersen git, ensende olacak. budur işte buddha’nın laneti!”
taraka elleriyle yüzünü kapadı.
“ağlamak buymuş demek,” dedi bir süre geçtiğinde.
siddhartha yanıt vermedi.