nihan kaya – kırgınlık – Antiklopedi
i̇thaki yayınları, s.61-64

varlığım kimilerini çok incitiyor. bu yüzden hep hafif olmak istedim. ayaklarımı yere bir kar tanesi kadar hafif basmak. ayaklarımı yere basmıyormuş gibi basmak. i̇z bırakmadan yaşamaya öyle çok gayret ediyorum ki, kendim de kendime karşı görünmez oluyorum bazen. arasam da kendimi bulamıyorum. doğduğumda kırmızıydım. aslım parlak, ateşli bir kırmızıdır. "kar beyazı" diyorsunuz ya, herkes bunu unutmadan önce bu deyimin orijinali "kar kırmızısı" idi. herkesi mutlu etmek için, yavaş yavaş beyaza döndüm. şimdi dışım beyaz, içim kırmızıdır. bir gün bir masal okumuştum. ülkenin birinde büyük bir yangın çıkmış ve yangın her şeyi kül etmiş. öfkeyle yangının sorumlusunu ararken, gözler, elinde küçük bir kibrit tutan masum bir küçük kıza yönelmiş. küçük kız etrafını saran bu kızgın, suçlar gözlere korkuyla bakmış. bilmiş ki o "evet, yangını ben çıkardım:· derse herkes çok mutlu olacak. bu yüzden "evet, yangını ben çıkardım:· demiş ve tüm ülke mutlu olmuş. tüm ülke mutlu olunca, yoksul ve masum küçük kız da mutlu olmuş. söylemeye gerek yok; masalı bir kadın yazar yazmıştı. kadınlar ortada sebep yokken suçlanmayı da, günah keçisi olma hissini de iyi bilirler. kadınlar yoksul kibritçi kızların aslında suçsuz olduğunu da çok iyi bilirler. küçük kızın suçu üstüne alarak mutlu olması, bu dünyada neredeyse yalnızca kadınların anlayabileceği bir durumdur. i̇şte ben de bu kibritçi kız gibiyim. beni saran renklerimi onları görmekten rahatsız oluyorlar diye içime sakladığımdan beri, vücut ısımı da kaybettim. şimdi her sıcaklıkta üşüyorum. bedenimin iklimi dışarıdaki iklime bir türlü uymuyor. ağustos sıcağında uzun paltolar, kaşmir kaşkollar, yün şapkalarla çıkıyorum dışarı. bunu ilgi çekmek için yaptığımı fısıldıyorlar birbirlerine. yüzüme karşı gülmeye cesaret edenler de yok değil. bu yüzden, evden çıkmayı da bıraktım bir süre önce. yaşamıyormuş gibi yaşamaya gayret ediyorum. kimsenin beni görmediği, duymadığı bir yerde. karlar kraliçesi'ni kuzey kutbunda, gözlerden uzak kardan kulübelerde hayal etmeleri bu yüzden. kralı olmayan tek ülke de karlar ülkesi.
bersesta, onların olamadığı şey olduğum için benden böyle rahatsız olduklarını söylüyor. benim gibi canlı, ışıklı, kırmızı olamadıkları için beni söndürmeye çalıştıklarını. ama ben onların olmamı istemedikleri bir varlık biçimiyle var olmaya devam etmek istemiyorum. birilerine rağmen var olan renklerim olsun istemiyorum. beyazın aslında olmadığını, beyazda olmayan tek rengin beyaz olduğunu biliyor musunuz? bir kitapta okumuştum. bir kadın, bir gün mutfak ve oturma odasının yerlerini sildikten sonra en güzel ipek bluzunu giymiş, uzun eteğini düğmelemiş ve iri şapkasını iğnelemiş. sonra, çiftçi olan kocasının çiftesini ağzının tavanına dayamış ve tetiği çekmiş. "onun önce neden yerleri sildiğini, yaşayan her kadın bilir" yazıyordu kitapta. ben de biliyorum. annem bir yazardı. i̇smimi "karin" koymak istemişti. ama ismim giderek büzülmüş, seslerini kaybetmiş ve "kar" olmuştu. annem, kendi ismini korumak için mücadele etmiş bir kadındı. her anne gibi, kendinden çok çocukları için mücadele ederdi. i̇smim seslerini kaybettiği için mi bilmiyorum, ben de sesimi kaybettim. ben sesimi kaybettikçe annem benim için yeterince güçlü duramadığını düşünerek dövündü. size kendimi anlatamam belki -zira kendimi anlatmam birilerini incitiyor- ama annemi anlatabilirim. annemin geldiği topraklarda, yazın dağların yüksek, kuytu kısımlarında kalmış kara "lankeri" denir. annem de öyle dirençli olmamı istedi. annemin büyüdüğü topraklarda annemin büyüdüğü zamanlarda kadınlar, ömürlerinin herhangi bir akşamı kocaları ve çocukları eve geldiğinde yemek hazır olmadığı takdirde dünyanın başlarına yıkılacağına dair batıl bir inanca saplanıp kalmışlardı. bu inanç küçük yaştan itibaren onlara öyle inceden ve öyle derinden aşılanıyordu ki, ne kadar asılsız olduğunu bilirlerse bilsinler bu korkuyu içlerinden söküp atamıyorlardı. bu nedenle, ömürlerinin her gününü kendileri gibi yemek yaparak geçirmeyen kadınlara karşı önlenemez bir hınç besler olmuşlardı. bu kadınlar yüzünden, içinde birlikte yaşadıkları dünyanın sonunun geleceği endişesi onları yiyip bitiriyordu. önceden belirlenmiş işlerden başka işlerle meşgul kadınların diğer kadınları –evet, erkekleri değil, kadınları- bu kadar rahatsız etmesinin sebebi budur. annem eline kalemi aldığında da tüm gözler, elinde kibrit tutan küçük kıza yöneldiği gibi anneme yönelmişti. "ocakta yemek var. bebek de ağlıyor;' demişlerdi; "önce bunlarla ilgilen. sonra ne istiyorsan yaparsın:' ama annem yangını çıkaranın kendisi olduğunu kabul etmemişti ve o gün bugündür bütün anneler ne olduğunu tam olarak bilmedikleri bir şeyle suçlanmakta.