sedat anar – paganini dinleyen i̇nekler – Antiklopedi
i̇le, s.7-9

bazen üzülmekle sevinmek arasında bir yerde dururuz. ressam ebuzer kayacı da bu hâldeydi. “kurdu boğan adam” adlı tablosu dört yüz bin dolara satılmıştı ama bu durum karşısında ne mutlu olmuştu ne de mutsuz: tablonun beklediğinden iyi bir fiyata satılması ve para kazanması güzel bir şeydi elbet. bir yandan da hayatının unutulmaz anlarından birini anlattığı için bu eserin elinden çıkmasına üzülüyordu. kaldığı otel odasını karmaşık hislerle adımlarken telefonu çaldı. arayan, “kurdu boğan adam” tablosunu koleksiyonuna katan ünlü iş insanı ve koleksiyoner adem bakırcı idi; kendisiyle bir akşam yemeği yemek istiyordu. ebuzer, biraz da sıkıntılı hâlinden uzaklaşmak için teklifi kabul etti ve aynı akşam boğaz’a nazır bir balık restoranında buluştular. adem bey, eşi neriman hanım’la gelmişti. masaya oturur oturmaz ebuzer’in yeteneğini ve satın aldıkları tabloyu övmeye başladılar, yemek boyunca da resim üzerine sohbet ettiler. ebuzer, adem bey’in resim bilgisine hayran kalmıştı. yemekten sonra ikram edilen özel şaraplarını yudumlarken adem bey, “artık resmin hikâyesini de duymak istiyoruz ebuzer bey,” deyince ressam bir an sustu. anlatmakla anlatmamak arasında kaldı. adem bey ise ısrarcıydı, “çok merak ediyorum koleksiyonumda yer alan bu şaheserin hikâyesini. i̇nanır mısınız, ofisimde bir saat boyunca onu izledim. bilhassa resimdeki adamın yüz ifadesi etkiledi beni. hüzünlü ve bir o kadar da cesur bir yüz ifadesi... hayran kalmamak elde değil. bir de sonuçta o kadar para verdim, hikâyeyi bilmek hakkım sanırım,” deyince ebuzer de neriman hanım da güldüler. ebuzer kendini toparlayıp anlatmaya karar verdi. “biliyorsunuz, ben adıyaman’ın bir köyünde doğup büyüdüm. liseden sonra da mimar sinan güzel sanatlar fakültesi resim bölümü’nü kazanıp i̇stanbul’a geldim. ardından fransa’da yüksek lisans ve doktoramı yaptım. hâlâ da fransa’da yaşıyorum ya, yirmi yıl olmuş üniversiteyi bitireli. galiba yaşlanıyorum artık. yaptığım resimlerin hemen hemen hepsinin esin kaynağı, köyümde yaşayıp gördüklerimdir. ‘kurdu boğan adam’ı da köyümde yaşadığım ilginç olayların birinden yola çıkarak yaptım. güneydoğulular kalabalık aile sever ve bu yüzden fazla çocuk yaparlar. bizim aile, köyün en az nüfusa sahip ailesiydi: ben, kız kardeşim yasemin, annem ve babam. dedemlerin ayrı evleri vardı. tek gözlü ev derler bizim orada, tek odalı bir ev... çok paramız olmadığı için evimizi tarlamızın içinde yapmıştık. hepi topu kırk haneden oluşan köyümüze iki kilometre uzaklıktaydı evimiz. yedi koyunumuz vardı. babam ahırı da elleriyle yapmıştı; kerpiç taşlarla ve dağdan toplayıp getirdiği uzun ağaç dallarıyla. evimizin bahçe duvarını da tarladaki büyük taşlarla örmüştü. babam yalnız bizim koyunların değil, köydeki tüm koyunların da çobanıydı. köy halkı aralarında para toplayıp babama maaş gibi ödeme yapardı. babam da karşılığında her gün köydeki tüm koyunları, inekleri ve keçileri dağlara otlatmaya götürürdü. onun çobanlıktan kazandıklarıyla yaşamaya çalışıyorduk. babam... uzun, püskül gibi sakalları ve hayat dolu bakışları... ona hayrandım. dal gibi uzun, geniş omuzlu, çok güçlü bir adamdı. bakışları hüzünlüydü. gülüşü bile hüznünü gölgeleyemezdi. ona baktığımda, hayata karşı zırhını kuşanmış bir savaşçı görürdüm. bir gün hayatımda hiç görmediğim kadar çok kar yağdı köyümüze. dokuz yaşındaydım. köydeki herkes hayvanlarını ahıra kapatmıştı. biz de öyle yapmıştık. babam ve annem bile daha önce böyle kar yağdığını görmemişlerdi. hepimiz sobanın başına toplanmıştık. babam, rüzgârın sesinden korkan yasemin’i kucağına almış, masallarla teselli etmeye çalışıyordu. derken köye inen üç aç kurt evimizin bahçesine girdi. babamın taşlarla ördüğü duvar fırtınanın şiddetinden yıkılmıştı. açlıktan gözleri dönmüş kurtlar o yıkık yerden bahçemize girip ahırımızın tahta kapısına dayanmıştı. ben, annem ve yasemin korkulu gözlerle evimizin penceresinden kurtlara bakıyorduk. babam ‘kurmalı silah’ dedikleri av tüfeğine kurşunları yerleştirip pencereden üç el ateş etti ama kurtlardan sadece birini öldürebildi. fırtınadan ötürü hedefi görmekte zorlanıyordu. diğer iki kurdun pencereye yaklaşmasını bekledi ama gelmediler. allah’tan penceremizin parmaklığı vardı. yoksa kurtlar pencereden atlayıp içeri bile girebilirdi. açlık hayvana da, insana da her şeyi yaptırır. babam tüfeğini yine doldurdu. bu sefer de isabet ettiremedi. çok sinirlendi, küfürler savurdu. kurtlar durmuyor, ahırın kapısını zorlamaya devam ediyorlardı. bir insanın omzuyla kapıya abanması gibi kurtlar da var güçleriyle kapıya atlıyorlardı. koyunların korku dolu sesleri ve kurtların hırıltıları rüzgâr sesine karışıyordu…